Herkese merhabalar!
Bugün o kadar keyifli bir gün geçirdim ki sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbul o kadar güzel bir şehir ki evden çıkarken planladığınızdan çok daha fazlasını size sunuyor ve kendinizi o akışa bir bıraktınız mı kaçınılmaz bir haz sizleri bekliyor.
Bugün Eyüp Sultan'a gitmek üzere evden çıktım, en son 2 sene evvel gitmiş o kadar talihsiz bir günde gitmiştim ki ne tam anlamıyla tadını çıkartabilmiş ne de beklediğim keyfi alabilmiştim. Niyet ettim bu anıyı daha güzel kılmaya :)
Kadıköy-Eminönü vapuru her zamanki keyfini verdi, martılara bir torba dolusu ekmek atan bir amca vardı denize çöp döküyormuş algısı yaratmış olmamak için herkese balıkların ve martıların nasıl üşüşeceklerini ve bunu kaçırmamızı bizlere tembihledi, hafif aksamdan kalmacı hali olunca acaba mı dedim ama aynen dediği gibi oldu herkese de bol bol martı ve Haydarpaşa Garı fotosu çekecek fonu oluşturdu kendisi, bravo ayyaş görünümlü hayvan ve doğa sever amca.
Akabinde Eminönü'ne yaklaştığımızda bizleri böyle bir güzellik karşıladı... Kimin olduğuna dair en ufak fikrim yok ama Allah sahibine bağışlasın dedirtecek cinsten!
Efendim naçizane vapurumuzdan indik ve envai çeşit turist eşliğinde Eminönü'ne adımımı attım. Tabii ki de çoğunluk artık olmazsa olmazımız Araplar. Türkçeyi duyana aşk olsun! Bugün ben de onlardan biriydim, kendi şehrinde turist. Eyüp Sultan'a giden 99A otobüsüne bindim ve Eyüp Sultan...
Dualarımı ettim, dileklerimi diledim... Avludaki 4 çeşmeden de su içtim, işin ritüellerinden biri de buymuş işin ehli teyzeler orada her an danışmanlık veriyor, çekinmeden sorunuz :) Bir tek can sıkıcı yanı mütemadiyen dilenen birileri var, ağız tadıyla dua dahi ettirmiyorlar. Özellikle bir çocuk vardı ki, altında Nike Airmax üzerinde Adidas eşorman takım ben dua ederken "Abla bana para verir misin eşofman alacağım nolur, abla, abla sen duanı et ben bekliyorum ablacım..." Tam bir oğlum bak git vakası! Hadi fakirliğinden, hasta akrabasından dilenene aşinayız da bu nasıl bir saçmalık... Dua ettirmeyecek kadar ısrar ve yapışma.
Doğma büyüme İstanbulluyum bir kere Pierrre Loti Tepesine çıkıp çay kahve içmişliğim olmadı, hal böyle olunca teleferiğe Araplarla birlikte bindim ve nihayet ben de manzaraya karşı bir bardak çayımı içtim. Manzara çok ahım şahım gelmedi bilmiyorum şehirleşmenin en facia halini gözler önüne serdiğinden midir bilmem o kadar da etkilenmeden Eyüp Sultan mezarlığından yürüyerek inmeye karar verdim. Bu esnada Necip Fazıl Kısakürek ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın da kabirlerini ziyaret etme fırsatı buldum, ne yalan söyleyeyim orada olduklarından haberim dahi yoktu öğrenmiş oldum.
Pierre Loti tepesinden Eyüp Sultan meydanına inene kadar mezarlığın içine Türkçe / İngilizce sözlerin yazılı olduğu plakalar asmışlar. Her birini okudum inene kadar ve çok etkilendim hem fikirden hem de içerikten... En etkilendiğimi sizlerle paylaşmak isterim.
Yaşarken az minnet, pek nankör yaşıyoruz. Kıymet bilmekte ve yaşanılan her şeyi dozunda yaşamakta fayda var. Güzel bir hatırlatma oldu... Eyüp Sultan'a kadar gelmişken Balat'ta açılan yeni pek çok yer olduğu aklıma geldi, dönüş yolumun üzerinde, benim de vaktim bol üşenmedim gittim. Ne bir bloga baktım gitmeden ne de Saffet Emre Tonguç ve benzeri gezginlerin tavsiyelerine bakmadım kaybola kaybola keşfetmek istedim. Hoş bu karar bir iki yerde hafif bir anksiyeteye sebep olmadı değil öyle ıssız merdivenler, sokaklardan, boş evlerin arasından geçtim ki içimden bonzai içen veya tinercilere rastlamam inşallah diye endişelenirken, Eyüp Sultan'da ettiğimden belki daha fazla duayı o esnalarda ettim :) Binalar, sokaklar o kadar farklı ki, bir yanda yepyeni bir Balat kesimi, bir yanda Suriyeliler, bir yanda Balat'ın gerçek sahipleri romanlar. Çok enteresan bir konsept hakim ve hepsi o kadar güzel bir harmoni oluşturmuş ve birbirlerini benimsemişler ki hayran kalmamak imkansız. Vintage mağazalar, cafeler, restaurantlar, bakkallar ve Balat yerlisi esnaf... Evler arası asılan çamaşırların altlarında hip mekanlar, hipster / bohem insanlar... Diyorum ya harmoni müthiş.
Son fotoğraftaki eskici amcanın fotoğrafını çekerken kadraja giren diğer adam "Mehmet abi 1 milyonuncu fotoğrafın çekildi, haydi hayırlı olsun" dedi ve ben kahkahaya boğuldum :)) Sonra Mehmet amcaya "Köpekleri size mi verdiler yoksa sizin mi?" diye sordum ki sormaz olaydım talı sert paparayı yedim, "Yahu hayvanların tasması var, tasması varsa sahibi de vardır ki o da ben oluyorum. Herkes aynı şeyi soruyor!" dedi. Yani siz siz olun Mehmet amcaya denk gelirseniz sakın bu soruyu sormayın. Köpeklerin birinin adı Yaramaz, diğerinin Şımarık... Neyse ben yoluma devam ettim. Bir binanın önüne geldim. Kapıda son model bir Mercedes belli ki bir makam aracı ve etrafında bir dolu koruma. Tam önünde bekleyen insanlara binanın ne olduğunu sordum kilise dediler kapanmasına az kaldı ziyaret edebilirsiniz. Ben de merak ettim ve kapıdaki protokolün arasından süzülerek girdim içeri ki asıl protokol kilisenin avlusundaymış. Kalabalık bir yabancı grup ve bir kaç tane baş örtülü İmam Hatip öğrencisi kız grubu.. (Kitle değişik) :) Herkes ip gibi dizilmiş bekliyor, ben de kız grubunun yanına gittim ve bana "Patrik I. Bartholomeos birazdan buradan geçecek!" dediler. Bu münasebetle anlamış oldum ki sıradan bir kilisede değilim, Rum Ortodoks Patrikhanesindeyim ve birazdan da bizzat Patriğin kendisini göreceğim. Eyüp Sultan'dan Patrikhaneye :) Ve beklenen an kendisi eşrafıyla avluya geldi...
Öğrendiğim kadarıyla bir yolculuğa çıkacağı için uğurlanıyormuş... Kendisini bekleyen herkesle selamlaştı, özellikle de başörtülü İmam Hatip grubuyla ayaküstü sohbet etti, hal hatırlarını sordu. Kızlar gayet hoşuma giden şekilde kendisiyle sohbet edip uğurladılar Patriği. Harmoni üstüne harmoni... Önümden geçerken "Hoşgeldiniz" dediğinde ben de kendisine "Hoşbulduk, size de iyi yolculuklar!" diyerek uğurladım kendisini. 16.30'da başlayacak olan ayin bilgisini öğrendim akabinde kalabalıktan ve katılıp izlemeye karar verdim. Önce dilek mumu yaktım ve ayine katıldım. İmam Hatip öğrencileri de katıldılar ayine ve kilise görevlisinden de pek çok sorularına yanıt aldılar.
Kiliselerin mimarisi ve ihtişamı her daim ilgimi çekmiştir. Netice de Allah'ın bir evi de onlar. Belirli aralıklarla ziyaret etmekten keyif alırım kiliseleri... Ayinleri bana hep Eyes Wide Shut etkisi yapar... İlahileri, tütsüler... Enteresan bir çekiciliği var kabul etmeliyim.
Kapıda dilenen yok, içeri de rahatça duanı ediyorsun... Allah affetsin de, Müslüman kardeşlerim, bizim birbirimize ettiğimizi de bize eden yok... Neyse.
Ve Eminönü'ne geri geldiğimde tabii ki de o meşhur tarihi Eminönü balıkçılarından birinde balık ekmeğimi afiyetle yedim. Allah'ım nasıl bir mutluluk! Kimse açlıkla sınanmasın dünyada dilerim... Üzerine de tarihi Osmanlı lokmacısından lokmamı aldım ve boğazına düşkün bir Boğa olarak benden mutlusu yok. Kaldı ki onca yürüyüş ve keşiften sonra hak ettim bence.
Tam bu esnada daha evvel hiç Galata Köprüsü üzerinde yürümediğimi farkettim. Kaçar mı? Hazır turistim, devam! Yürüyerek Galata'ya geldim. Kumbaracı yokuşu, Serdar-ı Ekrem ve Galata bambaşka bir dünya. İstanbul'un içindeki Avrupa adeta! İnsanları, mekanları, mağazaları, otelleri, antikacıları... her şey bambaşka bir dünyaya çıkıyor. Daha sık gelmeliyim! Şaşkınlığım ve hayranlığım tavan yaptı attığım her adımda!
Ve birkaç adım sonra karşıma Kırım Anglikan Kilisesi çıktı. Günlük kilise kotam doldu diye düşünürken kilise içinde 14. İstanbul Bienali kapsamındaki paralel etkinlerden biri olan 1314 Seramik sergisi olduğunu öğrendim ve hemen ziyaret ettim. Kürator Mehmet Kahraman, sanatçı Mehveş Demiren. Sergi 1 Kasım tarihine kadar ziyaret edilebilir. Sanatseverleri bu tarafa alalım...
Alışveriş sevenler! ( Hoş sevmeyeni var mı?) Bu bölgede mutlaka görülmesi gereken bir kaç yer alternatifi de size bonus bilgi;
Lunapark: http://www.lunapark.com.tr/tr
Aida Pekin: http://www.aidapekin.com/index_tr.html
Atölye de Bora: http://oldmag.net/2013/03/31/atolye-do-bora/
Old Sandal: http://www.oldsandal.com.tr/anasayfa
Arzu Kaprol: http://www.arzukaprol.com/#/tr/magazalar/
(Web sitesi müziği için bile sırf tıklanılmalı)
Les Benjamins: http://www.lesbenjamins.com/stores/
Atelier 55: http://atelier-55.com/tr/
ArtENA: www.art-ena.com
Lal İstanbul: www.lalistanbul.com
Cafe ve restaurantları da sizler gittiğinizde keşfedin! Çok da duyurmayın, malum bir yer ayağa düşüp de doğal ortamı bozulmaya başladı mı pek bir sevimsiz oluyor... Bazı yerlere de herkes gitmeyiversin rica ediciğim :) Bu kendim için de geçerli. Her yerin bir tarzı ve dokusu var. Bir yere aidiyet hissetmiyorsanız zorlamayın, kendi ait olduğunuza inandığınız tarz ve mekanlarda devam edin. Sırıtmaktan, emanet gibi durmaktan her halükarda daha iyidir.
Bütün bunları yaparken kendime aldığım kısa kısa notlar;
- Acil tarafından müzik kültürünü genişlet ve kendine bu gibi aktivitelere uygun fon yaratacak soundlar öğren, çünkü onlar mevcut sadece ben bilmiyorum...
- Kasıntı ve "tikky" haller kalmadı gibi bir şey. Acil tarafından stiline ve tarzına biraz daha farklı bir yaklaşım - müdahalede bulun. Dünya casuala geçiş yaptı benim kafa bazı bazı hala alaturka. Biraz daha az özen, biraz daha relax, biraz daha doğal...
- Çevrene mutlaka reklamcı, tasarımcı... biraz daha entellektüel birikimi olan insanlar kat! Basma kalıp - aynı prototip - kasıntı ve şekilcilikten uzak bir bilgi ve ortama ihtiyacım var. Bu tarafını besle!
Ne diye çıktım, neleri tecrübe ettim, keşfettim, yüzleştim, sorguladım...
İlk fırsatta kendinize böyle bir keşif günü yaratın! Ruhunuza çok iyi gelecek!
Sevgiyle ve sağlıkla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder