Ana içeriğe atla

Şiddet bir bağımlılıktır!

İnsan hakları ile başlayan transgender - androjenlik ve gayleri kapsayan küresel birleştiricilik ve ayrımcılığı - kategorize etmeyi ortadan kaldıran akım 2017 yılında #metoo hashtag'i ile tüm dünyayı kasıp kavurdu ve ortaya çıktı ki nice seneler Hollywood yıldızlarından siyasetçilere, göz önünde olan ve gıpta edilen hayatların kadınları dahi türlü aşağılanmalara, haksızlıklara, zorbalıklara ve hatta cinsel tacizlere boyun eğmek, sektörlerinde varlıklarını devam ettirebilmek adına sinmek zorunda kalmışlar.

Ta ki 5 Ekim 2017 yılında Rose McGowan ve Ashley Judd The Newyork Times gazetesine Miramax'ın sahibi ve Hollywood'un en dokunulmaz, en güçlü adamlarından biri olan Harvey Weinstein'ın belirli sıklıklarla cinsel tacizlerine maruz kaldıklarını, buna karşı çıktıklarında ise piyasadan nasıl silindiklerini, iş bulamadıklarını anlatıyorlar, derken Twitter'de #metoo hastag'i bir anda patlama yaşıyor... Ama ne patlama!!! Aklımıza dahi gelmeyecek, yok artık dedirtecek isimlerin aynı adamla ve fakat bunca zaman sessiz kalmak zorunda kaldıkları her şey bir bir ortaya dökülmeye başlıyor... Sonrası yangın yeri olay sadece Harvey Weinstein'dan çıkıp, ortalığı kasıp kavuruyor, her sektörü, büyük şirketleri etkileyen bir boyuta varıyor. İtirafçıların ardı arkası kesilmiyor...



Kadınlar kenetleniyor, kimse de çıkıp "Arkadaş bunca sene sene susmuşsunuz, olayın kaymağını yemiş, parıltılı kariyerler yapmışsınız, buna karşı çıkanlar piyasadan silinip giderken destek olmadınız da neden şimdi?" diye sorgulamıyor, sormuyor... Gerek yok hesaplaşmaya çünkü, neticede ortak bir ARTIK YETER KENETLENMESİ HAKİM! 

Ve bu akım sadece cinsel tacizden de çıkıp senelerdir süregelen kadınların her sektörde erkeklerden nasıl daha az kazançları olduğuna, bunun adaletli olmadığına kadar varıyor, neden siyaset erkek egemen, neden şirket yönetimeleri erkek egemen farkındalığına geliyor. 

Dünya sallanıyor adeta, taşlar yerinden oynuyor, kadınlar onlara yapıştırılan ve her daim yakıştırılan sadece ev hanımı - sadece anne -  kendini oyalamak için çalışsın ama kararında, yerini bilsin yaftasına kocaman bir tekme atıyor, bireysel atılan tüm tekmeler kocaman bir harekete dönüşüyor!

"Let's Roll" başlığı attığım bir önceki postumda yazılarımı kategorize edeceğimi belirtmiştim, öyleyse bu yazıdaki "Who do I want to be today?" kategorimin kahramı kim?

75.'si düzenlenen Golden Globe ödül törenine bütün aktör ve aktristlerin siyah giyinerek geldiği o gecede tarihte ilk defa Cecil B. de Mille ödülünü alan siyahi kadın olarak sahneye çıkan Oprah Winfery'in sansasyonel ve inanılmaz etkileyici "TIMES UP" konuşması bu kategorim için ilham kaynağım oluyor;


Konuşmanın yazılı tam metni ise şöyle;

Ah! Thank you. Thank you all. O.K., O.K. Thank you, Reese. In 1964, I was a little girl sitting on the linoleum floor of my mother's house in Milwaukee, watching Anne Bancroft present the Oscar for best actor at the 36th Academy Awards. She opened the envelope and said five words that literally made history: "The winner is Sidney Poitier." Up to the stage came the most elegant man I had ever seen. I remember his tie was white, and of course his skin was black. And I'd never seen a black man being celebrated like that. And I've tried many, many, many times to explain what a moment like that means to a little girl — a kid watching from the cheap seats, as my mom came through the door bone-tired from cleaning other people's houses. But all I can do is quote and say that the explanation's in Sidney's performance in "Lilies of the Field": "Amen, amen. Amen, amen." In 1982, Sidney received the Cecil B. DeMille Award right here at the Golden Globes, and it is not lost on me that at this moment there are some little girls watching as I become the first black woman to be given this same award.
It is an honor, and it is a privilege to share the evening with all of them, and also with the incredible men and women who've inspired me, who've challenged me, who've sustained me and made my journey to this stage possible. Dennis Swanson, who took a chance on me for "A.M. Chicago"; Quincy Jones, who saw me on that show and said to Steven Spielberg, "Yes, she is Sophia in 'The Color Purple'"; Gayle, who's been the definition of what a friend is; and Stedman, who's been my rock — just a few to name. I'd like to thank the Hollywood Foreign Press Association, because we all know that the press is under siege these days.
But we also know that it is the insatiable dedication to uncovering the absolute truth that keeps us from turning a blind eye to corruption and to injustice. To tyrants and victims and secrets and lies. I want to say that I value the press more than ever before, as we try to navigate these complicated times. Which brings me to this: What I know for sure is that speaking your truth is the most powerful tool we all have. And I'm especially proud and inspired by all the women who have felt strong enough and empowered enough to speak up and share their personal stories. Each of us in this room are celebrated because of the stories that we tell. And this year we became the story. But it's not just a story affecting the entertainment industry. It's one that transcends any culture, geography, race, religion, politics or workplace.
So I want tonight to express gratitude to all the women who have endured years of abuse and assault, because they — like my mother — had children to feed and bills to pay and dreams to pursue. They're the women whose names we'll never know. They are domestic workers and farmworkers; they are working in factories and they work in restaurants, and they're in academia and engineering and medicine and science; they're part of the world of tech and politics and business; they're our athletes in the Olympics and they're our soldiers in the military.
And they're someone else: Recy Taylor, a name I know and I think you should know, too. In 1944, Recy Taylor was a young wife and a mother. She was just walking home from a church service she'd attended in Abbeville, Ala., when she was abducted by six armed white men, raped and left blindfolded by the side of the road, coming home from church. They threatened to kill her if she ever told anyone, but her story was reported to the N.A.A.C.P., where a young worker by the name of Rosa Parks became the lead investigator on her case and together they sought justice. But justice wasn't an option in the era of Jim Crow. The men who tried to destroy her were never persecuted. Recy Taylor died 10 days ago, just shy of her 98th birthday. She lived, as we all have lived, too many years in a culture broken by brutally powerful men. And for too long, women have not been heard or believed if they dared to speak their truth to the power of those men. But their time is up. Their time is up. Their time is up.
And I just hope that Recy Taylor died knowing that her truth — like the truth of so many other women who were tormented in those years, and even now tormented — goes marching on. It was somewhere in Rosa Parks's heart almost 11 years later, when she made the decision to stay seated on that bus in Montgomery. And it's here with every woman who chooses to say, "Me too." And every man — every man — who chooses to listen. In my career, what I've always tried my best to do, whether on television or through film, is to say something about how men and women really behave: to say how we experience shame, how we love and how we rage, how we fail, how we retreat, persevere, and how we overcome. And I've interviewed and portrayed people who've withstood some of the ugliest things life can throw at you, but the one quality all of them seem to share is an ability to maintain hope for a brighter morning — even during our darkest nights.
So I want all the girls watching here and now to know that a new day is on the horizon! And when that new day finally dawns, it will be because of a lot of magnificent women, many of whom are right here in this room tonight, and some pretty phenomenal men, fighting hard to make sure that they become the leaders who take us to the time when nobody ever has to say, 'Me too' again. Thank you."


2020'de Amerikan Başkanı olur mu orasını bilinmez ama sektörüde varlığıyla yeteri kadar tarih yazmış bir kadın ve bakalım hep birlikte göreceğiz, neticede Donald Trump'ın başkan seçilebildiği bir dünyada imkansız diye bir şey yoktur, kelimenin tam anlamıyla herkes ülke yönetebilir, bunu gördük, Amerikan halkı tercihleriyle bunu bize gösterdi. 

Hayatım boyunca her daim çoğunluğun pes etme ve harekete geçme enerjisine hayran kalmışımdır. Tarihte pek çok örneği vardır, kimse ama hiç kimse sonsuza dek ettiği yanına kalır durumda tamamlamaz hayatı, çok nadir aksi örnek vardır. İlahi adalet kadar enerjisel adalete de güvenirim ben! Bir kere bir hareket başladı mı ve konu hakkında yeteri kadar insan mağdur oldu mu ayaklanma başlar! Ahh o neredeyse big bang etkisi yapan o an! 

Şiddet bizim coğrafyamızdaysa adeta bir yaşam biçimi, başlığa "Şiddet bağımlılıktır" yazmam bu sebepten, çok işlemiş genlerimize, kolay kolay çıkamayacak biliyoruz ama savaşacağız bununla... Henüz maalesef hala o farkındalık, o hakiki ayaklanma ve hareket geçme dalgası bizi sarmadı  ama sallamaya başladı taşları, biraz daha inançlı sallarsak taşlar yerinden oynayacak ve hep birlikte göreceğiz. 

Bizim toplumumuzda en büyük hobilerden biri de gıybettir, bütün hikaye anlatıcılığı eğitimlerinde buna değinir eğitmenler, biz hikayeleştirmeyi seven bir coğrafyayız. Dolayısıyla "Gıybet forever" :) "Times Up!" demek için illa karşı cinsin tacizine mi uğramamız veya karşı cinsle değerlendirildiğinde eşitsizliğe maruz kalmamız mı lazım özetle illa konunun muhattabının bir erkek olması mı lazım?  

Bir "TIMES UP!"da benden o halde!

Ben "KADININ KADINA" yaptığı şiddete karşı bir ayaklanma başlatmak istiyorum. Kitlelere ulaşmayabilir ama bir gün gelecek bu konuya dikkat çekenlerden biri de ben olmuş olmanın vicdani rahatlığını yaşayacağım. Ben düzenli, sistematik, soyut veya somut kadın şiddetine maruz kalmakta olan ve bunu dile getirmek istediğinde "histeriklik - hormonlar çatışması - İngilizce'de çok sık kullanılan cat fight yani kedi kavgası" gibi yaftalara ve yorumlara maruz kalınmasına karşı çıkıyorum. Böyle bir gerçek var ve bu şiddetin muhattabı erkek olsaydı konu nasıl ele alınırsa aynı hassasiyette ve derinlikte ele alınması, iş yerlerinde yetkili erkekler tarafından "uğraştığımız konulara bak" denmeyen içerikte sorunlar kategorisinde ele alınması gerektiğine inanıyorum... Bir şey yapmalı - yapılmalı! 

*



Buna maruz kalıp da sadece işinden olmamak adına susan, bunca sene sustum şimdi konuşsam ne olacak ve daha beteri Stockholm Sendromu** olarak da bilinen, kısaca rehine ile rehin alan kişi arasındaki sempati oluşumu vari bir durumun kişiler arasında yeşermesi ve yerleşmesi... En vahimi de bu zaten. 

Bu sempati ve empati oluşması doğrultusunda psikolojik bir ruh durumu başlar ve rehine kötü koşulları benimser, savunur ve koşulları göremeyerek, rehin alan kişinin yanında yer alır. Rehineler saldırganla özdeşleşir ve hayatta kalma duygusuyla onunla beraber hareket etmeye başlar. Aslında bu durum kurbanın kendi kararı doğrultusunda gerçekleşen bir olay değil, şiddetin direkt olarak doğurduğu sonuçlardan birisi. Rehin alma, tecavüze uğrama, taciz, savaş, pazarlanan hayat kadınları, aile içi şiddet, dini ve siyasi baskı gibi birçok durumda Stockholm sendromuna rastlanır, buna bir de iş hayatını, aile hayatını veya sosyal hayatı ekleyin. Çok denk gelmişimdir, şikayet ettiği kişi hakkında somut adım atamayan dahası atmaya yeltenene karşı neredeyse o kişiyi savunacak kadar "bak aslında o kadar da kötü biri değil" diye savunanını. Peki bütün bunlar var ama siz/ sen bu kişiden sistematik bir sindirilmeye maruz bırakılmışsınız diye sorsak cevap çok nettir "o onun kendi problemi..." Oysa bahsi geçen kendi problemi ve çözebilir ama hayır o bunu kabul edip mevcut sistemi bozmayayım, yenisi gelirse ne getirir bilinmez, tuzsuz aşım, dertsiz başım mantığı. Ben bu enerji durumuna geçtiğim an ötenati hakkımı kullanmak vasiyetimdir, çekin fişmi çünkü bitkisel hayata girdim demektir. :) 

Lütfen ne aile içi - ne iş hayatında, ne de sosyal hayatlarımızda bizlere sözlü, yazılı veya fizki tacizde bulunan ya da bulunmaya "özel" çaba harcayan kadınlara karşı ayağa kalkalım, tepki verelim ve biz de YETER! diyebilelim. Bunu dediğimiz için korkmak , tedirgin olmak zorunda kalmayalım. Birleştirici ve birlik ortamını destekleyeni, asıl bunun için "özel" çaba harcayan insanlardan olalım! Hayatı daha verimli, daha keyifli ve daha güzel kılmak bizlerin elinde. Gelin BİRLİK OLALIM! Şu gardların oluşturduğu duvarlardan yarın itibariyle her gün bir tuğla eksiltelim... 

YAPABİLİRİZ VE YAPACAĞIZ DA! 

Bugün keşfetme cehaletini dürüstçe itiraf etmem gereken bir isim olan Sezai Karakoç'un bir söylemi ile konuyu bağlayayım isterim;


Peki sizlerde şayet benim gibi kendisini maalesef tanımayanlardansanız, buyurunuz; 


Ve kapanış: Hazır konusunu dile getirmişken  #SeninleyizSILA ! 



O halde bu haftaki "What to listen?" başlığını da şu şarkı ile taçlandırabiliriz kapanışı baz alarak sanıyorum;




İki satırlık ne adamı, ne de kadını tutmayın hayatlarınızda hele ki tolere hiç etmeyin ve unutmayın can çıkar huy çıkmaz, eğitilebilir gibi görünebilir insanlar ama bize sürdürülebilir çabalar - gelişimler ve sonuçlar lazım, geçici değişimcilik ve gelişimcilikler değil... Kalıcı olsun huzur - anlayış ve hoşgörü hayatlarımızda.



KAYNAKÇALAR: 

* Asabi ofis çalışanı kadın görseli için kaynakça: https://www.verywellmind.com/signs-of-an-office-mean-girl-460513https://www.verywellmind.com/signs-of-an-office-mean-girl-460513

** Stockholm Senromu bilgileri için kaynakça: https://listelist.com/stockholm-sendromu-nedir/  







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Siz Simay'ın ablası mısınız?

Et Voila!  Yazıyı okurken fonda çalmasını tavsiye edebileceğim şarkı;   https://www.youtube.com/watch?v=hWLc0J52b2I Who do i want to be today?   Şu sıralar tartışmasız Simay Demirel olmak isterdim sanırım. Sadece aşıklar ve ışıkların şehri Paris'te yaşıyor olması, hayallerini bir bir gerçeğe dönüştürüyor olması veya benim biricik kardeşim olması sebebiyle değil... Karakteri - kendine yarattığı dünyada edindiği yer - kendinden yarattığı harika kadın ile ben bu sıralar Simay Demirel olmayı gerçekten isterdim ve bu blog yazısını da bu vesile ile kendisine ayırıyorum. Simay Demirel , nam_ı diğer @simotto  neler yapar peki?  ( Instagram hesap adı )* Marmara Üniversitesi, İşletme bölümü okurken erasmus ile başlayan Paris macerası akabinde masterını yaptığı "Lüks Marka Yönetimi" eğitimi süresince Oscar de la Renta'dan Dice Kayek'e, Paris Moda Haftası'nda aldığı sorumluluklardan, yurtdışı bazlı trendy markaları Fransa'ya getiren ilk ...

İnadına gülmek... İnadına yaşamak... En güzel tepki mizah!

Herkese selamlar, Geçen sene Kasım ayından beri ara verdiğim yazılarıma tekrar dönmemi sağlayan whats up yazışması; Bu cümleler akabinde yazmamak için hiçbir gerekçe bulamadım kendimde. Öyle ya biz Gezi çocuklarıyız, biz direnmeyi, biz tepki vermeyi, biz her türlü haksız ve hukuksuzluğa dimdik karşı durmayı bilmiş, koca hükümetin elini kolunu bağlamış, tarihe geçecek o eyleme imza atmış orantısız zeka ve mizahın gücünü cehaletin her türlüsüne fütursuzca kullanmış neslin çocukları değil miyiz? Şimdi neden sessizlik? Şimdi neden tepkisizlik olsun ki? Oturup yaşanan siyasi, stratejik ve trajik gelişmeleri bir de ben değerlendirmeyeceğim. Bunu zaten Twitter - Facebook ve türevleri üzerinden bizler, bazı hala cesur kalabilen köşe yazarlarımız yeterince yapıyor. Kendi kendimize, bizlerle aynı fikirlere bol bol like'lar, yorumlara retweetler yapıp hislerimize tercüman olan kişi ve paylaşımları yine bizlerle aynı fikirlerdeki takipçilerimizle paylaşarak "farkındalık" ya...

Vefa...

Yeni yıl öncesi geleneksel iş arkadaşlarımızla, ekipçe hediye alışverişi yaparken arkadaşlarımızdan birine güzel bir hediye denk geldi, bana da bu vesileyle ilham... Çalışmalarını her zaman ilgiyle takip ettiğim Lugat 365 'in "güzel kelimeler takvimi"nden kendime bir kaç kelime seçtim. İlgilenenler için bahsettiğim ürünün satışının yapıldığı link;   https://www.guzelkelimelerdukkani.com/guzel-kelimeler-takvimi-2019 Çok uzun yıllardır " ne seneydi be!" dedirten belirli bir senem yok, açıkçası bir kaç senedir üst üste ortalamanın altında mutluluk veren yıllar geçiriyorum, buna obsesif bir tutumla takılmıyorum fakat dikkatimden de kaçmıyor. Özlediğim yıllarım var... Ama şunu da biliyorum ki ben " Müsterih "im! Özlediğim yıllarımı geri getiremem belki ama içim ve en önemlisi vicdanım rahat. Beni besleyen şeyler yaptığıma inanıyorum, aynı kalmamak adına çaba sarfediyorum ve kendimi aşmaya, sınırlarımı zorlamaya çaba harcıyorum. Hep derim ...